Beynin Donma Noktasını Düşürür, Düşünceyi ve Mantığı Canlı Tutar

Prenses ve Kraliçe Farkı

Bugün Hürriyet'te gördüğüm iki haberin birbirleriyle zıtlıkları dikkatimi çekti. İlk habere göre İsveç Prensesi Birgitta Ingeborg Alice, kimsenin onunla ilgilenmemesinden dolayı Milas- Bodrum Havalimanı’nda kaybolmuş:

MUĞLA'nın Bodrum İlçesi'ne tatile gelen 71 yaşındaki İsveç Prensesi Birgitta, Milas- Bodrum Havalimanı’nda kayboldu.

Havalimanı amirleri, fahri başkonsolos ve yetkililer VIP bölümünde beklerken, uçaktan indiğinde kimsenin ilgilenmediği Prenses Birgitta tek başına çıkış kapısını bulamadı. Madrid'den THY uçağı ile gelen Prenses Birgitta'yı, iki kilometre uzaklıktaki iç hatlar çıkışının kapısında elinde valizleriyle beklerken gazeteciler buldu. Yarım saat yöneticilerin kendisini bulmasını bekleyen Prenses Birgitta, “Ne İstanbul’da, ne Bodrum’da havalimanında kimse yardımcı olmadı. İndiğimde İngilizce VIP’i sordum, bu tarafa yönlendirdiler. Hayatımda ilk kez böyle bir şey başıma geliyor” dedi. Prenses Birgitta’yı, çiçek vererek karşılayan Bodrum Belediye Başkanı Mazlum Ağan teselli etmeye çalıştı.

İkinci haber ise herhangi bir prenseslik ve kraliçelik ünvani olmayan; ama Ürdün'de kraliçeler gibi karşılanan Gümüş dizisi oyuncusu Songül Öden'den bahsediyor:

Öden, "Dizi için Ürdün'e gittiğimde kraliyet ailesinin korumaları karşıladı. Uçak indiğinde limuzin piste gelip beni aldı. Çok duygulandım gerçekten. Diziye başlarken böyle bir iddiamız yoktu. Belli bir kitlesi olan, mütevazı ve işini çok seven bir gruptuk. Bu setten hepimiz çok şey öğrendik. Bunların karşılığını bu şekilde almak çok güzel" dedi.

Sanırım artık prenses veye kraliçenin bir kraliyet ailesinden olması gerekmiyor veya yetmiyor; günümüzün prenses ve kraliçelerinin şov dünyası ailesinden olması gerekiyor.

Bir Millet Uyuyor - CERN Deneyi ve Okuyucu Yorumları

CERN deneyleriyle ilgili Hürriyet, Milliyet ve Zaman gazetelerinden derlediğim bazı okuyucu yorumlarına yanıt vermek istedim. Yorumcuların yazma ve mantık yürütme yetenekleri ne yazık ki oldukça kısıtlı. O yüzden yanıtlarım bu yorumcu grubunun anlayacağı şekilde sade olacak.

bugün 9.ayın 10 ve işte dünyanın sonu için geri sayım başladı 10.09.08
Yani kıyamet 02.01.00'da mı kopacak? Önce geçmişe bir yolculuk yapmamız gerekecek sanırım.
Kuresel isinma, nukleer silahlar derken gelecek yok olmak uzere ama bu cok degerli bilim adamlari gelecek yerine gecmisle ugrasmaya devam ediyor! Allah akil versin baska ne denir!
Allah akıl verdiği için insanlık tarihinin en büyük makinasını yapmış olabilirler mi acaba? Başka ne mi denir? "Allah bana da akıl versin" diyebilirsin.
En iyi yakinlarinizla vedalasin cunku Dunyanin olusumunu anlamak icin dunyanin sonunu getiriyorlar
Evet haklısın. Bu sadist bilim adamları dünyanın nasıl oluştuğunu anlayıp, ardın da hemen ölme zevki için bu işlere kalkışıyorlar.
Hiç bir tehlikesi yoksa neden yerin 100mt.altında yapılıyor.
Metrolar çok tehlikelidir mi demek istiyorsun?
bu deneyi merak edenler Dan Brown'un Melekler Ve Şeytanlar kitabını mutlaka okusun. orada durumu çok daha iyi anlayacaksınız.
Okusunlar da bu yazıya konu olan yorumlar gibi yorumlar mı yazsınlar? Bence eğlenceli olurdu; ama deney hakkında hiçbir şey öğrenemezlerdi. Çünkü bahsettiğin kitap bir roman. Türkleri anlamak için Geceyarısı Ekspresi filmini de izlesinler mi?
yahu bırakın bu dünyayı bukadar kurcalamayı bozucaksınız en sonunda bizimde başımızı yiyiceksiniz size ne 15 milyon yıl evvelden allah aşkına bırakın da tarih tarih gibi kalsın
Bak biz Türkler böyle şeyleri hiç kurcalıyor muyuz di mi?
Bence bu patlama dünyanın kaderini değiştircek ışınlamayı bulucaklar göreceksiniz .... tam patlama günü yazdım mesajımı
Işın teorinle bizi aydınlattığın için teşekkürler. Aslında CERN'de çalışacak insanmışsın ama bu gazete yorumları köşelerinde harcanıyorsun gibime geliyor. Bu arada, belki hayal kırıklığına uğrayacaksın ama patlama diye bir şey yok.
bu deneyi yaparken kime sordular acaba
bu insanlar dünyayı evlerinin arka bahçesi gibi kullanamazlar
CERN'e parasal destek veren ülkelere sordular elbette. Bilim insanlarının evlerinin arka bahçelerinde böyle deneyler yaptıklarını pek sanmıyorum. Birçoğu arka bahçesi olacak bir ev alabilecek kadar zengin değiller zaten.
okuduklarıma göre bu bir kara delik oluşturabilir miş
Okumadıklarına göre ise, olsa bile bunlar tehlikeli değilmiş.
Ama deney sırasında güneş sıcaklığının 100 katı gibi bi sıcaklığa ulaşılcağı söyleniyor bu beni korkutuyor açıkcası...
O zaman güneş sıcaklığının 100 katı değil de, 100 000 katına ulaşılacağını söylemeyelim en iyisi.
yapılan herşey saçma.. türkiye böyle bi bilime girecekse girmesin daha iyi.... TEŞEKÜR EDERİM
Gönlün rahat olsun. Türkiye böyle bilim milim işine girmeye pek hevesli değil zaten. Sen en iyisi git bir kurbana gir.... RİCA EDERİM.
Bu deney sonucu,kısa sürede çok yağış yağacağını,ve ani yağışlardan sel olacağını,ilerki mevsimlerde ve yıllardada çok kuraklık olacağını düşünüyorum.
Neyse ki düşünce gücüyle bunları yapmayı başaramayacaksın.

CERN Deneyi Hakkındaki Gerçekler

CERN'deki parçacık hızlandırma ve çarpıştırma deneyleri geçen hafta başladı; hakkında konuşulmaya ise çok önceden başlanmıştı. Yerli ve yabancı gazete ve televizyonların bu deney hakkında yayımladıkları, toplumu aydınlatmaktan daha çok, karanlığa gömme amacını taşıyor sanki. Hürriyet "Büyük Patlama için geri sayım başladı" diye yazarken, Milliyet "Big Bang cinler alemine kapı açar mı?" diye soruyor okuyucularına. O yüzden bu yazımda deney hakkında genel bilgiler verip, sonra da bilinen bazı yanlışları düzeltmeye çalışacağım.

GENEL BİLGİLER

LHC nedir?

LHC, Large Hadron Collider kelimelerinin kısaltmasıdır. Türkçeye Büyük Hadron Çarpıştırıcısı olarak çevirebiliriz. Cenevre'de bulunan Avrupa Nükleer Araştırma Merkezi CERN tarafından, parçacık fiziği alanında araştırmalarda kullanılmak için yapılmış, şimdiye kadarki dünyanın en büyük parçacık hızlandırıcısı ve çarpıştırıcısıdır. LHC, aynı zamanda şimdiye kadar yapılmış en büyük makinedir.

LHC'nin yapım amacı nedir?

LHC aşağıdaki sorulara yanıt aramak için tasarlandı:
  • Maddeye kütle veren nedir? Tahmin edildiği gibi Higgs bozonları mıdır?
  • Evrenin %4'ü bildiğimiz görünür maddeden oluşuyor. Geri kalan %96'sı neden görünmüyor?
  • Maddenin antimaddeye üstünlüğü neden?
  • Madde Büyük Patlamadan sonraki ilk saniyelerde ne gibi özelliklere sahipti?
  • Evrende bildiklerimizden daha başka boyutlar da var mı?

Hadron nedir?

Kuarklardan oluşan parçacıklardır. Protonlar ve iyonlar hadronlardır. Atom çekirdeğindeki nötronlar da hadrondur. Elektronlar hadron değildir.

Parçacıklar neden çarpıştırılıyor?

Parçaçıklar çarpıştırılarak yüksek yoğunlukta enerji elde edimi ve böylece maddenin özelliklerinin daha iyi anlaşılması hedefleniyor. LHC'deki her bir parçacık yaklaşık bir sivri sineğin enerjisiyle hareket ediyor olacaklar; yanı çok az bir enerjiyle. Ama bu enerji çok küçük bir hacimde yoğunlaşacağı için Büyük Patlamadan sonraki saniyelere benzer bir ortam yaratılacak. Çarpışmalar sonrası oluşan sıcaklık, güneş merkezinin sıcaklığından 100 000 kat daha fazla olacak.

Parçacıklar ne kadar hızlılar?

Protonlar ışık hızına yaklaşıncaya kadar hızlandırılacaklar. En yüksek hızda, 27 km çevresi olan LHC'yi saniyede yaklaşık 11 000 kez dönüyor olacaklar.

LHC'nin yapımı ne kadara mal olmuştur?

Bu konuda net maliyet bilgilerine ulaşmak deneyin finansmanının kompleksliğinden dolayı oldukça zor. Yaklaşık 8-10 milyar Dolara mal olduğunu söylenebilir.

LHC ne kadar enerji harcayacak?

LHC'nin enerji ihtiyacı yaklaşık olarak Cenevre'nin ihtiyacı kadar olacak. Yıllık toplam maliyetin 19 milyon Avro olacağı tahmin ediliyor.

Deneylerin sonuçları ne zaman ortaya çıkacak?

Yaklaşık 2-3 yıl sonra.

YANLIŞ BİLİNENLER

LHC İsviçre'de mi bulunuyor?

Her ne kadar LHC'nin kontrolü resmi olarak İsviçre'nin Cenevre kentinde bulunan CERN'in elinde olsa da, LHC'nin büyük bir bölümü Fransız topraklarının altındadır.

Bu deneylerde Büyük Patlama mı tekrarlanıyor?

Hayır. Büyük Patlamadan önce bildiğimiz evren olmadığı için, evrende böyle bir deney yapmak zaten olanaksız. Deneylerde Büyük Patlamadan sonraki saniyelere benzer bir ortam yaratılmaya ve böylece maddenin yapısının daha iyi anlaşılmasına çalışılıyor.

Kıyamet mi kopacak?

Hayır. Büyük Patlama evreni yaratmıştır, kıyameti kopartmamıştır. Tam tersine, "bu deney yeni bir evren mıi yaratacak?" sorusu daha mantıklı olurdu. Ama bu deney Büyük Patlama deneyi de değil zaten.

Bilim insanları Allah'ın var olmadığını mı kanıtlamaya çalışıyorlar?

Hayır.

Bilim insanları Allah'ın var olduğunu mu kanıtlamaya çalışıyorlar?

Hayır.

Bu deneyle cinler alemine kapı açılacağı doğru mu?

Hayır. CERN'de çalışan bilim insanlarının çoğunluğu müslüman olmadığı için, cinlerden haberdar değiller. O yüzden de bu amaç için deney yapıyor olamazlar.

Dan Brown'un Melekler Ve Şeytanlar kitabı bu deneyi mi anlatıyor?

Hayır. Bu romanda gizli bir örgütün antimadde bombasıyla Vatikan'i yok etmeye çalışması anlatılıyor. Kitapta antimadde CERN'den çalınıyor. Antimadde gerçekten de var; ama CERN antimadde üretip saklamıyor. Buradaki sorun, antimaddenin maddeyle karşılaşınca ikisinin de yok olması. O yüzden de antimadde, maddeden yapılan bir şeyin içinde saklanamıyor.

Antimadde, dünyanın enerji sorununa çözüm olabilir mi?

Saklama sorununa çözüm bulunsa bile antimadde üretimi için gerekli olan enerji, ondan kazanılacak enerjiden çok daha fazla olacağı için çözüm değil. Bugünkü teknolojiyle 1 miligram antimaddenin fiyatı yaklaşık 300 milyar dolar.

Antimadde bombası yapılabilir mi?

Teorik olarak evet; ama CERN'e göre böyle bir bomba için gereken antimaddeyi üretmek milyarlarca yıl sürerdi. Fiyatını da gözönüne alırsanız partikte yapılamaz diyebiliriz.

LHC tehlikeli değilse neden yer altına yapıldı?

LHC'nin yerin ortalama 100 metre altında olmasının değişik nedenleri var:
  • Yer üstünde yapılsaydı çok büyük bir arazinin satın alınması gerekecekti.
  • Derinde olması uzaydan gelen ve dışarıya çıkan radyasyona karşı doğal koruma sağlıyor.
  • Derinde olması daha sağlam bir zeminde olması anlamına geliyor.

LHC'nin yaratacağı mikro kara delikler dünyayı yutar mı?

Hayır. LHC'nin mikro karadelik oluşuracağı kesin değil (bilim adamları her ne kadar oluşturmasını diliyorlarsa da). Oluşursa bile, bu kara delikler çok kısa süre sonra kendiliğinden yok olacakları için tehlikeli olmayacaklar.

Bilim adamları yanılıyor olabilir mi?

LHC yeni bir fikir değil; yaklaşık 25 yıldır planlanıyordu. Bu planlama süresi içinde elde edilen yeni bilgiler de tehlikenin olmadığını gösteriyor. Kaldı ki, doğa bu tür deneyleri sürekli yapıyor zaten. Uzaydan gelen yüksek enerjili parçacıklar, atmosferin üst katmanlarında benzer çarpışmaları sürekli yapıyorlar. LHC'nin farkı, bu deneyleri kontrol altında; yani sonuçlarının gözlemlenebileceği bir ortamda yapıyor olması.

Profesör Engin Arık ve diğer Türk bilim insanlarının bindikleri uçak ajanlar tarafından mı düşürüldü?

Uçak, Ulaştırma Bakanlığının uzmanlarına göre ihmal yüzünden düşmüştür. Bu tip komplo teorilerinin ortak özelliği, yanlışlıklarının kanıtlanamaz oluşudur. Gizli güçler birşeyler yapmış ve izlerini silmişlerdir. Böyle komplo teorilerini her isteyen rahatça üretebilir. İşte bir tanesi, tersini kanıtlamayı bir deneyin: "Afrika'da düşen uçakları Türkler düşürüyorlarmış; çünkü Afrikalılar bor madeninin daha verimli kullanım yolunu bulmuşlar. Türkler ne zaman uçakta bor konusunda çalışan bilim insanı görse, uçağı düşürüyormuş."

Kıyamet Neden Kopmayacak

Sabahki yazımda kıyametin CERN'deki deneylerden dolayı kopmayacağını yazmıştım. Nasıl mı bu kadar emin olabiliyorum? Çünkü herkesin bildiği gibi kıyamet, 2000'de gezegenler aynı hizaya gelince, 2006'da göktaşı çarpınca, 2012'de Marduk'un gelmesiyle kopacak. O zamana kadar güvendeyiz sevgili okuyucular. Dünyanın son kullanma tarihi henüz dolmadı.

Kıyamet Kopmayacak

CERN'deki parçacık hızlandırma ve çarpıştırma deneyleri bugün başlıyor. Sonuçlarının değerlendirilmesi aylarca, belki de yıllarca sürecek bu deneylerin, dünyanın sonunu getireceği iddiaları dolaşıyor ortalıklarda. Sadece Türkiye'de değil, Avrupada bile kendini bilim adamı gören bazılarının böyle iddiaları var. Hatta deneyin durdurulması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde dava bile açtılar. Dava elbette reddedildi.

Sonumuzun geldiğinden endişeli olanlar için yazıyorum bugün. Bu yazım yarın, gelecek ay veya gelecek yıl hala daha okunabiliyor olacak; çünkü dünya hala daha yerinde olacak. Kısacası şuraya yazıyorum: Kıyamet kopmayacak!

Vahşi Hayat Nedir?

"Vahşi hayat", eskiden bizim "doğal hayat" dediğimiz Türkçe gibi gözüken İngilizce bir kavramdır. Anadilini öğrenmeden İngilizce öğrenip, sonra da öğrendiklerini Türkçeye çevirmeye kalkanlar tarafından uydurulmuştur.

Türkçede doğal olana vahşi denmez; doğal denir. Siz doğal ürünler mi satın alıyorsunuz, yoksa vahşi ürünler mi?

İngiliz Gazetelerinden Çeviri Uydurma Haberler

Hürriyet'ten (çeviri) uydurma haberler dizisine devam.

Aslında bu haberin uydurma olmasından daha çok, metninin tutarlı bir şekilde uydurulamamış olması dikkatimi çekti. Haber özetini okuyunca sizin de kafanızda aşağıdakilerine benzer düşünceler oluştu mu?

  • Kız kimin kusmasından korkuyor, kendinin mi yoksa başkalarının mı?
  • Kızın kusma korkusu evlenmesini engelliyormuş. Demek ki erkekler kusmaktan korkan bir kızla evlenmek istemiyorlar.
  • Hangi törene çıkmaktan bahsediliyor acaba? Korkusu yüzünden evlenemediğine göre, kendi nikah töreni olamaz elbette.
  • Bulduğu ilginç yöntem ne ve ne işe yarıyor? Bunun törenle ne ilgisi var?
Bütün bu soruların yanıtını almak için asıl haber metnine gitmek gerekiyor:
Kusma fobisi yüzünden evlenemeyen 19 yaşındaki genç kız törene çıkmadan önce ilginç bir yöntem buldu.

İngiliz veterinerlik öğrencisi Emma Pelling'in ‘Emetefobi’ (kusma fobisi) yüzünden hayatı altüst oldu. Emma 5 yaşından beri bu hastalıkla yaşamak zorunda. Emma, “Sevgilim Gareth Heale ile evlenemiyorum. Çünkü, kilisede misafirlerin önünde kusacağımı düşünüyorum. Kâbuslarıma giriyor” dedi.

Aktör sevgilisi Gareth'ın çok anlayışlı olduğunu dile getiren güzel Emma, evlilik töreni sırasında hipnotize edilerek kusma fobisinden kurtulmayı amaçlıyor.

Metinden anlaşıldığı kadarıyla sorun—daha öğrenciyken koca adayı bulduğuna göre—kızın evlenememesi değilmiş. Sorun, sadece nikah töreniymiş. Böylece törenin ne olduğunu da anlamış olduk. Ama hani kız evlenemiyordu? Evlenmek demek, nikah töreni demek değildir ki. Hem kız törene çıkmadan önce ilginç bir yöntem de bulmamış; çünkü daha ortada tören falan yok. Sadece törene çıkmadan önce hipnotize edilmek istediğini söylemiş. Bu, zaten henüz yöntem bile kabul edilemez; çünkü işe yarayıp yaramadığı bilinmiyor daha.

Haber metni, başlığın akla getirdiği soruları yanıtlamadığı gibi üstüne yeni soruların ortaya çıkmasına da sebep oluyor:
  • 19 yaşındaki İngiliz öğrenci kızın evlenmekteki acelesi neymiş? Türkiye'de bile evlilik yaşı 19'un üstünde artık.
  • Kilisede misafirlerin önünde kusmaktan korktuğuna göre, neden hala daha kilisede misafirlerin önünde evlenmek istiyor?
  • Internet'te biraz araştırınca, kusma fobisinin İngiltere'de en yaygın 5. fobi olduğu ortaya çıkıyor. "Böyle hastalık görülmedi" başlığı buna uyuyor mu?
  • Hipnotize edilerek törene çıkınca, törenden bir şey anlamayacağına göre, törene ne gerek var?
  • Hipnoz bu fobide işe yarıyorsa, 14 yıldır neden hala daha tedavisinde kullanılmıyormuş?
Bu arada Emma'nin güzelliğine (!?) de dikkat çekmek isterim: "... dile getiren güzel Emma ..." Hürriyet çalışanları kendi güzellik anlayışlarını bize hatırlatmayı bir görev bildikleri için, bir çok haberde bu ifadenin kullanıldığını görebilirsiniz.

Peki ben olsaydım bu çeviri haberin başlığını ve alt yazısını nasıl yazardım? Bir kere ben uydurma haber yayımlamazdım; özellikle de uydurma haber yayımladığı bilinen İngiliz gazetelerinden kopyalamazdım. Hürriyet çalışanlarına yardımcı olmak amacıyla bir seferlik bir istisna yapabilirim. İşte benim başlığım ve alt yazım:
Kusma fobisi yüzenden evlenemeyen genç kız törene çıkmadan önce ilginç bir yöntem buldu. (Önemli not: Bu başlık ve haber metni bozuk tümceler ve uydurma haber içerir. Başlık sadece dikkatinizi çekmek için hazırlanmıştır. Haberin başlığı, alt yazısı ve ana metni birbirleriyle tutarlı değildir. Bizim için önemli olan yer doldurmaktır.)

"Mum Gibi Erimek" Deyimi

Gazetelerden birisinde, bir futbol takımının kampında futbolcuların zayıfladıklarından bahsedilirken şöyle yazdıklarını gördüm: "Mum gibi eridiler ..."

Mum gibi erimek deyimini pek doğru kullanmıyoruz galiba; mum, tepesinden itibaren erimeye başlar ve eriyen kısımlar aşağıya doğru akarken mumun daha da kalınlaşmasına sebep olur. Antreman yapan futbolcuların kısalıp tıknazlaştıkları söylenmek istenmiyorsa, mum gibi erimek deyimi buraya uymuyor bence. Ne dersiniz?

İzmir Otogar'ındaki Anonslar

İzmir Otogar'ındaki anonsların sonu hep "Hayırlı yolculuklar" diye bitiyor. Ne zamandan beridir "İyi yolculuklar" yerine "Hayırlı yolculuklar" kullanılıyor ve bu değişimin sebebi ne olabilir acaba?

Gazete İddiası

Adana'da, hac organizatörlüğü yapan yaşlı sanık, küçük kızı taciz ettiği iddiasıyla 4 yıl 8 ay 7 gün hapis cezasına çarptırıldı. (Hürriyet)
Adam mahkemeye çıkarılmış, suçu kanıtlanmış ve cezaya çarptırılımış. Hala daha iddia mı? Bir suçlama ne zaman iddia olmaktan çıkar? Mahkeme karar verdiğine göre adam zaten artık sanık değil, mahkum durumunda.

Avrupalı Irkçı Saçmalıkları

Türk Milli Futbol Takımi'nin Avrupa Kupası'ndaki başarıları bazı Avrupalı ırkçıları nedense ürkütmüş ve saçmalamalarına sebep olmuş. Bu saçmalıklar aslında "deli zırvası"; ama bu "delilerin" sayısı Avrupa'da her geçen gün artıyor gibi.

Kuzey Birliği Varese Gençlik Kolu Başkanı Marco Pinti: "Avrupa dışından bir ülke bu şampiyonaya katılıyorsa Uganda’nın da katılma hakkı doğar."
Marco'ya önerim bir harita bulup biraz incelemesi. Özellikle de AB üyesi Kıbrıs'ın nerede olduğuna bir bakması gerekiyor. Beyni henüz gelişme dönemindeki bu İtalyan gence yardımcı olabilirim biraz. Önce harita:

Sonra da bazı yararlı bilgiler:

Kıbrıs - Brüksel: 2900 Km
Istanbul - Brüksel: 2175 Km
Ankara - Brüksel: 2500 Km

Marco için son söz: Marco gibi cahiller partileri adına konuşup gazetelere çıkabiliyorlarsa, Uganda'lılar Avrupa Parlemantosunda milletvekili olabilirler.
Novara Belediye Başkan Massimo Giordano: "Türkiye ne siyasette ne futbolda hiçbir yere gidemez. Çünkü Avrupalı değil."
"Avrupa'nın hasta adamı" ilan edilen İtalya'dan bir belediye başkanı konuşuyor şimdi de (The Economist: The Real Sick Man of Europe - Avrupa'nın gerçek hasta adamı). İtalya'nın çeyrek finalde elendiğinini ve Türkiye'nın yarı finale çıktığını bilmeyecek kadar da cahil birisi.



Massimo için son söz: Türkiye siyasette de futbolda da İtalya'dan daha iyi durumda şu anda. Yani onun tanımına göre Türkiye İtalya'dan daha çok Avrupalı oluyor.
Avusturyalı aşırı sağcı Jörg Haider:"Şampiyon olsalar da Türkiye ve Rusya Avrupa ülkesi değiller."
Jörg'e önerim öncelikle Marco için yazdıklarımı okuması (Jörg'ün, Marco'nun tersine, beyin gelişme dönemini bitirmiş biri olmasına rağmen böyle konuşması hiç umut verici değil elbette).

Aslında Jörg, ırkçı dünyanın tanınmış simalarından biri. Ona göre sadece Türkiye ve Rusya değil, Avusturya bile Avrupalı değil. Avusturya'nın AB'den çıkması için çalışmalarıyla da ünlü. İşte onu ünlü yapan bazı çalışmaları (?!):
  • Avusturya'da "AB'ye hayır" imzaları topladı (işe yaramadı)
  • Kaddafi'yle buluşup Avrupa'nın geleceğini tartıştı (Avrupa'ya bir katkısı olmadı)
  • Saddam'la buluşup Avrupa'nın geleceğini tartıştı (Avrupa'ya bir katkısı olmadı)
  • Nazilerin onurlu insanlar olduklarını söyledi
  • Zencilerin aşağılık olduğunu söyledi
  • Avusturya'da sadece Avusturya'da doğanların yaşaması gerektiğini söyledi (Nazi subayı babasının köklerinin nereye dayandığını açıklayamadı)
  • Avusturya'da doğmuş Slovenlerin yaşadığı özerk bir bölgeyi tanımadığını açıkladı (mahkeme zorla tanıttı)
  • Türkiye'nın AB'ye girmesi gerektiğini söyledi (sonra vazgeçti)
  • ... ve diğer bir sürü tutarsız deli zırvası

Jörg için son söz: Fikir özgürlüğü sadece aklı başında olan insanlar için değildir elbette!

Dijital Kamera Nedir?

Dijital kamera, bir dijital fotoğraf makinesi değildir. Bugün gördüğüm bir habere göre Hürriyetin bundan haberi yok:

Türkçe bilen dijital kamera
İçerdiği yeni teknolojilerin yanı sıra Türkçe menüsüyle dikkat çeken Pentax Optio M30, tam otomatik çekim, sarsıntı giderme, yüz tanıma gibi özellikleriyle her yaştan kullanıcıyı fotoğrafın büyülü dünyasına çağırıyor. Pentax'ın Optio M30 dijital fotoğraf makinesi, sunduğu özelliklerle kadın-erkek, yaşlı-genç ayırt etmeden her tipte kullanıcının ilgisini çekecek nitelikte.
Bilmeyenler için küçük bir sözlük hazırladım.
  • Kamera: Hareketli görüntülerin filme alınmasını sağlayan alet.
  • Fotoğraf makinesi: Fotoğraf çeken alet.
  • Dijital kamera: Kameranın dijital olanı.
  • Dijital fotoğraf makinesi: Fotoğraf makinesinin dijital olanı.
Yukarıdaki haberde aslında "dijital fotoğraf makinesinden" bahsediliyor; ama Amerikan İngilizcesiyle konuşmayı ve yazmayı tercih ettikleri için "dijital kamera" diye yazılmış. Amerikan İngilizcesinde fotoğraf makinesi de kamera da camera olarak adlandırılıyor çünkü.

Dijital fotoğraf makinesi Türkçe biliyor olabilir; ama Hürriyet bilmiyor.

20. Yüzyılın En Önemli İnsanı Kimdir?

Elbette Yaşar Nuri Öztürk'tür, başka kim olabilir ki?


Hürriyet, gülünç duruma düştüğünün farkında mı (yoksa gülünç durumda olan Türk okuyucusunun genel kültürü mü)?

Yaşar Nuri Öztürk'ün Türkiye için önemsiz bir kişilik olduğunu yazacak değilim; ama 20. yüzyılın en önemli 10 kişisinden biri olduğunun iddia edilmesi bence dünya gerçeklerinden kopuk şizofren bir beynin ürünü olabilir ancak.

İşte size kafamdan hızlıca 20. yüzyılın en önemli kişileri listesinde olması gerektiğini düşündüğüm 10 kişi (harf sırasına göre):

  1. Adolf Hitler
  2. Albert Einstein
  3. Bill Gates
  4. Dalai Lama
  5. Marie Curie
  6. Mohandas Gandhi
  7. Mustafa Kemal Atatürk
  8. Stephen Hawking
  9. Walt Disney
  10. Winston Churchill
Sizce Yaşar Nuri Öztürk bunların hangisinden ya da hangilerinden daha önemli olabilir ki, ilk 10'a girmiş olabilsin?

Cumhurbaşkanı ve Türkçe

Cumhurbaşkanı Gül'ün 75. Dil Bayramı Etkinliğinde söyledikleri dikkatimi çekmişti. Bu konuda yazmak için ancak şimdi vaktim oldu. Cumhurbaşkanı uzun bir konuşma yapmış bu etkinlikte. Söylediklerinin başkaları (danışmanlar) tarafından yazıldığını biliyorum; ama onun ağzından çıktığı için önemli.
Türkçe gittiği her yerde başka dillerle etkileşim içinde olmuş, onları etkilemiş ve onlardan etkilenmiştir. Türkçe'nin başka dillerle süregelen ilişkisinde ne derece baskın çıktığı özellikle Batı'da araştırmacıların ilgi alanı arasındadır. Avrupa ülkelerinde Türkçe konuşarak işlerin büyük bölümünün yerine getirilmesi, çoğumuzun henüz farkında olmadığı yeni bir gelişmedir. Buna dikkat çekmek istiyorum.
Türkçenin başka dillerle etkileşim içinde olmuş olmasına diyeceğim yok elbette. Ama Bu genellikle Türkçenin aleyhine olmuştur. Avrupa ülkelerinde Türkçe konuşarak iş halledilebilmesi de ancak Türklerle iş yaptığınız zaman olabilir. Bunun dışında Avrupa'da Türkçenin geçerli olduğu tek yer "Buraya Çöp Atmayın!" gibi Türkçenin de kullanıldığı bazı tabelalardır. Avrupa'da Türk olmayan birinin Türkçe konuşmasını asla beklemeyin.
Türkçe gazete ve dergilerin başta Almanya ve Avustralya olmak üzere Türkiye dışında basılıp satıldığını vurgulayan Abdullah Gül, "Bunun anlamı şudur; Türkçe bugüne kadar olduğu gibi gelecekte de varlığını, diğer dillerle etkileşimi sürdürecektir. Özetle Türkçe, daha önce de belirttiğim gibi yok olmayacak, hep var olacaktır.
Cumhurbaşkanı farkında değil mi bilmiyorum; ama Türkçe gazete ve dergilerin Almanya ve Avustralya'da satılma nedeni, orada yaşayan Türklerdir. Bir Almanın veya Avustralyalının Türkçe gazete ve dergi okuduğunu düşünüyor olamaz sanırım. Yani gazete ve dergilerin orada satılmalarının Türkçe diliyle bir ilgisi yoktur; Türklerle ilgisi vardır.

Türkçenin yurt dışında yaşayan Türkler tarafından doğru konuşulamadığını zaten bilmeyen yok. Her yaz "Alamancı" işçilerimizin çocuklarının nasıl Türkçe konuştuğunu duyuyoruz bolca. Sadece işçi çocukları değil, Amerika'ya üniversiteye okumaya gidenlerin de nasıl bir hızla Türkçe "özürlü" hale geldiklerine şaşırmamak elde değil. Buna karşı Türkiye'de yaşayan yabancıların çocuklarına bir bakın. Almanların çocukları Almancayı, İngilizlerin çocukları İngilizceyi "özürlü" bir şekilde konuşmazlar.

Türkiye içinde bile büyük bir hızla bozulan Türkçenin, Türkler olmadan yaşayabileceğini düşünemiyorum. Türkçe, dünyada Türkler oldukça varolabilir ancak. O bile garanti değil!

Formula 1 Spor mudur?

Formula 1’e neden spor deniyor? Bu durumda sokaklardaki bütün sürücüler amatör sporcu mu oluyorlar?

Terörün İyi ve Kötü Yanları

Cumhurbaşkanı Gül "terör kötü yanını gösterdi" diyor televizyonda, Diyarbakır'daki patlamadan bahsederek. Demek ki kendisi "iyi" yanlarını da görmüş. Siz gördünüz mü?

İftar Vakti

Geçen Ramazan—sanırım Sütaş Ayran’ın—bir televizyon reklamında şöyle bir şey deniyordu: “Türkiye için iftar vakti”. İyi de, tüm Türkiye için genel bir iftar vakti yoktur ki! İftar vakti yerel olarak belirlenir ve her gün değişir. Reklamı hazırlayanlar oruç tutmayanlardan seçilmiş olmalı.

Temcit Pilavı Gibi Haberler

Hürriyet'ten 29 Ocak tarihli bir haber. Haber ilginç olmasına ilginç; ama şu yazılanlara bir bakın:

Yer Almanya'nın küçük bir kasabası. Sıcak bir öğle sonrası son model bir Ferrari, petrol istasyonuna yanaşıyor. Arabadan inen çırılçıplak kadın, hiç kimseye aldırmadan markete girip alışverişini yapıyor. Tekrar arabaya binip gidiyor.

29 Ocak tarihli bir haber diye yazmıştım yukarıda. Peki Almanya Güney Yarıkürede olan bir ülke mi ki insanların çıplak dolaşabileceği kadar sıcak öğlenleri olsun?

Yoksa bu haber yazdan mı kalmış?

Ya da yazın verilen bu haber, nasıl olsa unutmuşuzdur diye, tekrar mı veriliyor?

"Hürriyet Sürpriz Yumurta" - Yetişkinler İçin

Hürriyet gazetesinin ilginç bir özelliğini yeni farkettim: Hürriyet, Kinder Sürpriz Yumurta gibi sürpriz haberler yumurtluyor bizim için. Tek farkı, Hürriyet'in işe yarar şeyler yumurtlamaması. Şu habere bir bakın:

NASA'nın Mars'ta hayat izleri aramak üzere gönderdiği Spirit adlı keşif aracının geçtiği görüntü uzmanları şaşkına çevirdi. Geçilen fotoğrafları uzun süredir inceleyen uzmanlar, sanki yürüyormuş ya da bir tepeciğe oturmuş gibi görülen bir "yaratık" tespit etti.

NASA Mars'ta yaratık tespit etti ve bunu NASA'nın kendisi ya da Amerikan haber ajansları değil de Hürriyet duyuruyor dünyaya. Size de biraz ters gelmedi mi bu durum? Fotoğrafa bakınca insana benzer bir silüetin görülmediğini söylemeyeceğim; ama bu—fotoğrafın uydurma olmadığını varsaysak bile—orada bir yaratık olduğu anlamına gelmiyor; çünkü bu tip fotoğraflarda gözün yanılma oranı çok yüksektir. Kendi çektiğimiz fotoğraflarda da benzer durumlarla karşılaşmıyor muyuz?

1976 yılında NASA'nın Viking 1 uzay aracı, Mars üzerinde devasa boyutlarda bir yüz fotoğrafı çekmişti. O zamandan beri böyle fotoğraflara bakıp Mars'ta insan, dinozor, mamut, öküz, keçi, Medyum Memiş veya genel olarak "yaratık" keşfeden çok insan oldu. Fotoğraflar netleşmeye ve çekim açıları değişmeye başlayınca herkesin yanıldığı ortaya çıktı.

1976'da çekilen Mars'taki yüze ne oldu peki? Yanıt: Mars'ta "yüz" hiç yoktu! Aşağıda o "yüz"ün 1976'daki fotoğrafının yanında, 1998 ve 2001'de çekilen ve gittikçe netleşen fotoğraflarını da görebilirsiniz.

Marst'a canlıya rastlanmış olması Hürriyet'e yeterince ilginç gelmemiş olacak ki, olayı magazinleştirip yaratığı bir de soyundurmuşlar; haber "Mars'ta çıplak yaratık" olarak verilmiş. Gelecekte şöyle haberlerle karşılaşırsak şaşırmamalıyız: "Çıplak Yaratık Yürek Hoplatıyor", "Yaratık Frikik Verdi", "Yaratık Selülitli Çıktı", "Yaratık Hülya Avşar'dan Daha Güzel Olduğunu İddia Etti", "Flaş flaş ... Yaratık Canlı Yayında Bülent Ersoy'la Beraber Armağan Çağlayan'ı Dövdü, Üstüne Bir Bardak Su İstedi" ...

Ahmet Çakar Nasıl Çakmaz?

Ahmet Çakar'ın sunduğu Şansa Bak adlı yarışma(?) programında 2 Şubat 2008 günü şöyle bir soru vardı:

Hastalanmayan tek hayvan hangisidir?

A) Kedi B) Papağan
C) Köpek balığı D) Kaplumbağa
Yarışma programını hazırlayan onca insanın ve sunucu Ahmet Çakar'ın çakmadığı şey bu sorunun doğru yanıtının olmadığıydı; çünkü bütün hayvanlar hastalanır! Programda doğru yanıtın köpek balığı olduğu söylendi. Peki bu sonuca nereden varmışlar derseniz?

Sanırım soru ve yanıtın kaynağı 1992 yılında Amerika'da yayımlanan "Köpek Balıkları Kanser Olmaz" (İngilizcesi "Sharks Don't Get Cancer") adlı bir kitap. Kitabın yazarına göre köpek balığı kıkırdağı kanseri iyileştiriyormuş. Elbette kitabın iddiası saçmalıktan öte bir şey değil. Köpek balıklarının sadece hasta olmadıkları, aynı zamanda kanser oldukları da kanıtlanmış bir olgu.

Ne yazık ki bu kitabın yayımlanışı yarışma programlarında saçma soruların sorulmasına yol açmadı sadece. Bu kitap aynı zamanda artan avlanma sonucu birçok köpek balığı soyunun kurutulmasına yol açmıştır. Birçok kanser hastası da kendini köpek balığı kıkırdağıyla tedavi etmeye çalışırken modern tıptan yeterince yararlanamamıştır.

Not: Programdaki diğer bir ilginç olay da "onbin kere yüzbin kaç eder?" sorusuna işletme mezunu bir yarışmacının verdiği yanıttı: "1 milyar olamaz ..." (doğru yanıt 1 milyar).

Şu Ünlüler Ne Kadar da Salak (?)

Hürriyet'te çıkan bu haber ve fotoğrafları için fazla bir şey yazmaya gerek var mı? Sizce fotoğraftakilerin uyur gibi bir halleri var mı? Buna okuyucuyu salak yerine koymak denmez mi?

Televizyon Haberleri






Yazılarımı okuyanlar sadece gazete haberlerine sinir olduğumu düşünüyorlardır. Hâlbuki televizyon haberlerine daha çok sinir olduğum için onları seyretmiyorum bile. Bugün istisna yapıp televizyon haberlerinde beni sinir eden şeyleri yazacağım.

Haber görüntülerinin sürekli tekrarı: Gazetede tekrarları görseniz o kısımları atlama şansınız var; ama televizyonda öyle değil. Tekrarları seyretmeden bir sonraki habere geçme olanağı yok ne yazık ki. Aynı görüntüleri tekrar tekrar izlemek çok sinir bozucu bir durum. İnsan psikolojisi için oldukça zararlı. Bu yüzden de gizli servislerin etkili işkence yöntemlerinden biri.

Haber ile görüntünün uyuşmaması: Türk insanı ne versen sorgulamadan “yuttuğu” için, örneğin “otomobil ile otobüs çarpıştı” haberine, otomobil ve kamyon görüntüsü koyabilirsiniz. Ya da casus uçaklardan bahsederken, arkasından buharlar saçarak giden uçakları gösterebilirsiniz. “Yerler” mi diye sorarsanız. Kimsenin ruhu duymaz. “Yerler” yani.

Şiddet içeren görüntüler: Filmler gösterilmeden önce ebeveynlere yönelik RTÜK'ün akıllı işaretleri gözüküyor ekranlarda. Bu tip uyarılar neden haberlerden önce olmaz? Haberlerdeki şiddet içeriği filmlerdekinden çok daha fazla olabiliyor bazen.

Yavaş akan zaman: Televizyonda zaman bizim bildiğimiz zamandan çok daha yavaş akıyor. Sanki ışık hızında giderken yayın yapıyorlar da Einstein’ın genel görelilik kuramı işin içine giriyor. “Az sonra” bir türlü gelmek bilmiyor; “şimdi” ise, sanki bir saat sonra gibi bir şey oluyor.

Haberlerin magazinleşmesi: Magazinin ana haberlerde işi ne? Magazin ana haberlerdeyse, diğer magazin programlarının televizyonda işi ne? Bu yılbaşı CNBC-e’de yayınlanan defile, ertesi gün birçok ana haber bülteninde bize habermiş gibi sunuldu. 2 ay önce çekilmiş bir defilenin nasıl bir haber değeri olabilir sayın abazan televizyoncu kardeşler, siz daha iyi bilirsiniz.

İstanbul'da Bir Gün

Geçenlerde bir gün eşimle küçük bir İstanbul turu yaptık. Önce Levent'teki Kanyon'a gidecek, orada arkadaşlarımızla buluşup yemek yiyecek, sonra da Eminönü'ne geçecektik.

İlk olarak bir belediye otobüsüyle Taksim'e gittik. Yoldayken arkadaşlarıma haber vermek için cep telefonumu çıkardığımda, otobüsteki cep telefonuyla konuşmanın yasak olduğu ilanı gözüme çarptı. Cep telefonunun sürüş güvenliğini tehlikeye atmadığını bilmeme cahilliği mi, yoksa bağıra çağıra konuşanlardan korunma zekiliği mi karar veremedim. Cep telefonunun çıktığı ilk yıllarda açık cep telefonuyla beni arabasına almayanların, şimdi bu aleti tuvalette bile yanlarından ayırmadıklarını görüyorum ve şaşırıyorum.

Taksim'e gittiğimizde hiç beklemeden metroya bindik ve Kanyon'a rahat bir yolculuğun sonunda vardık. Arkadaşlarımızla buluşup öğle yemeği için bir Japon lokantasına gittik. İçeri girdiğimizde ilk dikkatimi çeken şey masaların üzerindeki renk renk son model cep telefonları oldu. Lokantanın fiyatları her ne kadar ucuz olmasa da, telefonların menüye dahil olmadığı belliydi. Bir an için Türk insanının yemek masasına oturduğunda ilk yaptığı şeyin araba anahtarını masanın görünen bir yerine koyması olduğunu unutmuşum. Eminim birçok insan, daha gösterişli olduğu için anahtar yerine aslında arabanın kendisini getirip masanın üstüne koymak isterdi; neyse ki artık cep telefonlarıyla bu temel ihtiyaçlarını giderebiliyorlar.

Az önce yukarıda bir yerlerde tuvalet sözcüğünü mü kullandım? Aman ne ayıp! Lokantalarda ne zaman tuvaletin yerini sorsam, bana lavabonun yerini tarif ediyorlar. Ama ben tuvalet ihtiyacımı gidermek için lavaboyu kullanmam ki. Lavabo, daha sonra ellerimi yıkadığım üzerinde musluk bulunan çukur yer değil midir? Doğrusu şimdiye kadar kimseyi lavabonun tepesine çıkmış, tuvalet ihtiyacını giderirken de görmedim; ama nedense herkes bunu iddia ediyor:

- Nereye?
- Çişim geldi lavaboya gidiyorum.
- İğrençsin! Daha sonra ellerini nerede yıkayacağını duymak istemiyorum.
Yemekten sonra daha önce adını hiç duymadığım—ama araba fiyatına ayakkabı satan—birkaç mağazada dolaştık. Bu ayakkabılar giymek için mi, yoksa yemek masasının üzerinde görünür bir yere koymak için mi?

Mağazalardan birinde beğendiğim bir pantolonu denemek istedim. Nerede deneyeceğim? Heran birşey çalacakmışım gibi etrafımda dolaşan takım elbiseli birisi bana "fitting room"u gösterdi. "Cash" ödersem indirim alabileceğimi "okay"letti. Sorum üzerine fiyatların neyse ki dolar cinsinden olmadığın söyledi. Pantolonu almadan mağazadan çıkarken vizesiz küçük bir Amerika gezisi yapmış gibi hissediyordum kendimi.

Birkaç saat sonra Kanyon macerasını bitirip Eminönü'ne doğru yola çıktık. Önce metroyla Taksim'e geri geldik. Sonra da Kabataş'a gitmek için, fani... feni... füniküler diye adlandırılan başka bir metroya bindik. Bu metro hattı için niye böyle bir ad seçilmiş anlamak zor. Bu adı doğru telaffuz eden insana rastlamadım o gün.
- Afedersiniz, bu hattın adı nedir?
- Abi benim diskiyonum çok zayıf, yorma beni şimdi.
Kabataş'tan Zeytinburnu'na giden tramvay modern ötesi bir şey. Bunu tramvaydaki elektronik duyuruları görünce anladım: "Gelecek Durak: Tophane", "Gelecek Durak: Karaköy", vb. Siz de anladınız sanırım neden modern ötesi olduğunu bu tramvayın. Bu tramvay duraklara gitmiyor, duraklar tramvaya geliyor! Tabii siz bunu hiç hissetmiyorsunuz, size hala daha sanki tramvay duraklara gidiyormuş gibi geliyor. Göz aldanması herhalde. Ya da tramvay teknolojisi ithal edilirken, duyurular da dikkatsizce beraber ithal edilmiş: "Next stop" yerine "sonraki durak" diye yazmak kimsenin aklına gelmemiş o yüzden.

Eminönü'nde fiyatlar kesinlikle dolar cinsinden değil. Her tarafta fiyatların ye-te-le olduğunu duyuyorsunuz. Niye basitçe lira değil de ye-te-le? Sanki herkes uluslararası döviz piyasalarında alım-satım yapıyor da karışıklık olmasın diye tam ismini kullanıyorlar. Ya da iki yıl önce tedavülden kalkmış eski te-le ile karışmasından korkuyorlar. Türkiye'de (siz Türkiye Cumhuriyeti mi diyorsunuz her seferinde) geçerli olan paranın adı kısaca liradır, uzatmaya gerek yok.

Geri dönüş yolculuğumuz başladığında hava kararmıştı. Apartman görünümlü konakların ve köşklerin (?) aralarından geçerek eve geldiğimizde İstanbulun son yıllarda çok zenginleşmiş olduğu farkettim bir daha. Yakında—sözde—köşk ve konak sahibi olmayan kalmayacak sanırım.