Beynin Donma Noktasını Düşürür, Düşünceyi ve Mantığı Canlı Tutar

İstanbul'da Bir Gün

Geçenlerde bir gün eşimle küçük bir İstanbul turu yaptık. Önce Levent'teki Kanyon'a gidecek, orada arkadaşlarımızla buluşup yemek yiyecek, sonra da Eminönü'ne geçecektik.

İlk olarak bir belediye otobüsüyle Taksim'e gittik. Yoldayken arkadaşlarıma haber vermek için cep telefonumu çıkardığımda, otobüsteki cep telefonuyla konuşmanın yasak olduğu ilanı gözüme çarptı. Cep telefonunun sürüş güvenliğini tehlikeye atmadığını bilmeme cahilliği mi, yoksa bağıra çağıra konuşanlardan korunma zekiliği mi karar veremedim. Cep telefonunun çıktığı ilk yıllarda açık cep telefonuyla beni arabasına almayanların, şimdi bu aleti tuvalette bile yanlarından ayırmadıklarını görüyorum ve şaşırıyorum.

Taksim'e gittiğimizde hiç beklemeden metroya bindik ve Kanyon'a rahat bir yolculuğun sonunda vardık. Arkadaşlarımızla buluşup öğle yemeği için bir Japon lokantasına gittik. İçeri girdiğimizde ilk dikkatimi çeken şey masaların üzerindeki renk renk son model cep telefonları oldu. Lokantanın fiyatları her ne kadar ucuz olmasa da, telefonların menüye dahil olmadığı belliydi. Bir an için Türk insanının yemek masasına oturduğunda ilk yaptığı şeyin araba anahtarını masanın görünen bir yerine koyması olduğunu unutmuşum. Eminim birçok insan, daha gösterişli olduğu için anahtar yerine aslında arabanın kendisini getirip masanın üstüne koymak isterdi; neyse ki artık cep telefonlarıyla bu temel ihtiyaçlarını giderebiliyorlar.

Az önce yukarıda bir yerlerde tuvalet sözcüğünü mü kullandım? Aman ne ayıp! Lokantalarda ne zaman tuvaletin yerini sorsam, bana lavabonun yerini tarif ediyorlar. Ama ben tuvalet ihtiyacımı gidermek için lavaboyu kullanmam ki. Lavabo, daha sonra ellerimi yıkadığım üzerinde musluk bulunan çukur yer değil midir? Doğrusu şimdiye kadar kimseyi lavabonun tepesine çıkmış, tuvalet ihtiyacını giderirken de görmedim; ama nedense herkes bunu iddia ediyor:

- Nereye?
- Çişim geldi lavaboya gidiyorum.
- İğrençsin! Daha sonra ellerini nerede yıkayacağını duymak istemiyorum.
Yemekten sonra daha önce adını hiç duymadığım—ama araba fiyatına ayakkabı satan—birkaç mağazada dolaştık. Bu ayakkabılar giymek için mi, yoksa yemek masasının üzerinde görünür bir yere koymak için mi?

Mağazalardan birinde beğendiğim bir pantolonu denemek istedim. Nerede deneyeceğim? Heran birşey çalacakmışım gibi etrafımda dolaşan takım elbiseli birisi bana "fitting room"u gösterdi. "Cash" ödersem indirim alabileceğimi "okay"letti. Sorum üzerine fiyatların neyse ki dolar cinsinden olmadığın söyledi. Pantolonu almadan mağazadan çıkarken vizesiz küçük bir Amerika gezisi yapmış gibi hissediyordum kendimi.

Birkaç saat sonra Kanyon macerasını bitirip Eminönü'ne doğru yola çıktık. Önce metroyla Taksim'e geri geldik. Sonra da Kabataş'a gitmek için, fani... feni... füniküler diye adlandırılan başka bir metroya bindik. Bu metro hattı için niye böyle bir ad seçilmiş anlamak zor. Bu adı doğru telaffuz eden insana rastlamadım o gün.
- Afedersiniz, bu hattın adı nedir?
- Abi benim diskiyonum çok zayıf, yorma beni şimdi.
Kabataş'tan Zeytinburnu'na giden tramvay modern ötesi bir şey. Bunu tramvaydaki elektronik duyuruları görünce anladım: "Gelecek Durak: Tophane", "Gelecek Durak: Karaköy", vb. Siz de anladınız sanırım neden modern ötesi olduğunu bu tramvayın. Bu tramvay duraklara gitmiyor, duraklar tramvaya geliyor! Tabii siz bunu hiç hissetmiyorsunuz, size hala daha sanki tramvay duraklara gidiyormuş gibi geliyor. Göz aldanması herhalde. Ya da tramvay teknolojisi ithal edilirken, duyurular da dikkatsizce beraber ithal edilmiş: "Next stop" yerine "sonraki durak" diye yazmak kimsenin aklına gelmemiş o yüzden.

Eminönü'nde fiyatlar kesinlikle dolar cinsinden değil. Her tarafta fiyatların ye-te-le olduğunu duyuyorsunuz. Niye basitçe lira değil de ye-te-le? Sanki herkes uluslararası döviz piyasalarında alım-satım yapıyor da karışıklık olmasın diye tam ismini kullanıyorlar. Ya da iki yıl önce tedavülden kalkmış eski te-le ile karışmasından korkuyorlar. Türkiye'de (siz Türkiye Cumhuriyeti mi diyorsunuz her seferinde) geçerli olan paranın adı kısaca liradır, uzatmaya gerek yok.

Geri dönüş yolculuğumuz başladığında hava kararmıştı. Apartman görünümlü konakların ve köşklerin (?) aralarından geçerek eve geldiğimizde İstanbulun son yıllarda çok zenginleşmiş olduğu farkettim bir daha. Yakında—sözde—köşk ve konak sahibi olmayan kalmayacak sanırım.